RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
Prof. Dr. Mustafa Karataş: “Değer dergisini çok beğendim. İnşallah bende bundan sonra takip edeceğim.”
Değer dergisi Yayın Koordinatörü Hakan Erdem,Mayıs sayısında ekranların sevilen isimlerinden Mustafa Karataş Hoca’ya misafir oldu. Karataş, özellikle içinde bulunduğumuz Ramazan ayıyla ilgili merak edilen konularda açıklamalarda bulundu. Dünya üzerindeki Müslümanların neden aynı gün oruca başlamaması konusuna açıklık getiren Karataş, ceza infaz kurumlarında Ramazan ayının nasıl değerlendirilmesi gerektiğinden, dergimizin faaliyetlerine kadar birçok konuda merak edilenleri yanıtladı. Ramazan özel röportajımız sizlerle...
İzleyicileriniz sohbetlerinizden sizi yakından tanıyor. Ancak sizin geçmişinize yönelik çok az bilgileri var sanıyorum. Öncelikle sizi tanıyarak sohbetimize başlayalım. Hocam kendinizden biraz bahseder misiniz?
1961’de Sivas’ın Gürün ilçesi, Güneş köyünde doğdum. 1965’te Karabük’e göç ettik. Hayat şartları gereği babam demir çelik fabrikasında olduğu için ilk ve orta tahsilimi orada yaptım. Sonra Kastamonu’da 2 yıl ardından da 3 yıl Sakarya’da okudum. Lise yıllarında imam hatip lisesi öğrenimim için 1980’de İstanbul’a geldim. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezunum, o gün bugündür İstanbulluyum, 40 sene oldu aşarı yukarı. Şuanda İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyeliği yapıyorum. Aynı zamanda Show TV’de son 7 senedir program yapıyorum. Daha önce Kanal 7’de programlar yaptım. TRT’de, Kanal D’de, Star’da programlarım oldu. 17 senelik televizyonculuk hayatım var. 25 senedir ilim hizmet araştırma merkezinin başkanlığını yürütüyorum. 4 çocuğum 4 de torunum var. İnsanları ve canlıları seviyorum, bu yolda elimden ne gelirse devletimin, milletimin bana bugüne kadar verdiği emeklerin ve harcadığı çabanın karşılığını bende şimdi insanlara aktarmaya çalışıyorum.
Mübarek Ramazan ayındayız. Her Ramazan olduğu gibi çeşitli sorular bu dönemde de gündeme geliyor. Bunlardan biri de bazı takvimlerin namaz vakitlerinin Diyanet takviminden neden farklı olduğu.
Öncelikle “Ramazan hakikaten heyecanıyla, bereketiyle geliyor.” demek bile insana şevk veriyor, aşk veriyor. Biz millet olarak da toplum olarak da Ramazan’ı özümsemiş, hayatın bir parçası haline getirmiş bir toplumuz. Ramazan ayı sadece bir ibadet ayı değil, aynı zamanda etkinlikleriyle, geceleriyle, teravihleriyle, hatimleriyle, mukabeleleriyle toplumsal bir harekete dönüşüyor. Cumaların ayrı bir tadı oluyor, teravihin ayrı bir zevki oluyor. Orucun, sahurların, davulların, manilerin, o imsak ve iftar saatlerinin ayrı bir tadı oluyor. İnfakın, yardımlaşmanın, fakire fukaraya el uzatmanın, zekât ve sadakanın, fitrelerin bir ayı oluyor. Hatimler, mukabeleler her camide bülbül sesli hafızların okuduğu Kur’an ayrı bir aşk ve heyecan katıyor.
Ramazan heyecanı yurdu sarıyor, bu da ibadetlerin topluma ne kadar egemen olduğunun, kendini benimsettiğinin bir göstergesi bu memnuniyet verici bir şey. Oruç tutma oranı da çok fazla ülkemizde. Ramazan heyecanı ondan çok daha fazla, ramazana olan saygı, iftar sofraları, fakire fukaraya iftar ettirmek, oruç açtırmak, fitreler vermek, hediyeler vermek, çocuklara mukabeleler okutarak onore etmek... Nereden bakarsak hakikaten hadisi şerifte beyan edildiği gibi tam manasıyla Ramazan ayı geldiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincire vurulur. Bu atmosferi bizzat yaşıyoruz.
Şimdi imsak ve orucun erken başlanıp geç bitirilmesi meselesine gelelim. İmsak aslında tutmak demektir. Neyi tutuyorsunuz? Gözünüzü, kulağınızı, dilinizi, gönlünüzü haramlardan, gıybetten, dedikodudan, günahtan, kalp kırmaktan, gücendirmekten kendinize çeki düzen verir. Kendinizi tutuyorsunuz aslında tuttuğunuz bir şey yok, oruç ne ki biz onu yakalayalım. Bu bakımdan kendini tutma 10 dakika daha fazla olmuş 20 dakika daha fazla olmuş neyi değiştiriyor. Bize katkısı oluyor, biz kendimizi 20 dakika daha fazla tutmuş oluyoruz orucu değil. Aslında oruç açısından hiçbir problem yok. Buradaki problem ve gündeme getirilme sebebi aslında sabah namazının vaktiyle ilgili, bu oruca erken başladınız demektir ki henüz sabah namazının vakti girmemiştir. Burada da şüpheli işlerden, şüpheden kaçınıp farzlara, helale yapışmak esastır. Burada iki tane şüphe var. Bunlardan biri oruca erken başlamış olma şüphesi, bunun bize bir zararı yok, namaza erken başlama şüphesi var burada zarar ederiz. İmsak vaktinde biz hemen namaz kılmak yerine bir 20 dakika geçsin, bir yarım saat geçsin, uygulama zaten öyle genellikle ezan okunsa bile imsak ile beraber Ramazan’da ezan okunuyor. Çünkü Türkiye’de uygulama öyle namazı hemen kılmak yerine orada bir cüz okuyacak kadar mukabeleler çünkü sabah namazından önce yapılıyor. O da bir 20 dakika eder, zaten o şüpheli vakitlerde ortadan kaldırılmış olur. Eğer şüphe varsa kaldı ki son yıllarda gerek diyanet gerek rasathanenin yaptığı çalışmalarda 20 dakika yarım saat gibi fark görünmüyor. Zaten bu imsak’daki fark olsa olsa 5-6 dakikadır. Bu da gözle görmeyle bizzat teleskoptan ufka bakma ile imsağı keşfetme arasındaki farktan kaynaklanan bir şeydir. Diyanet takviminde imsak yazdığı zamana bakarak orucunu o anda başlatsın imsağı ölçü alalım yememizi içmemizi bırakalım. Oruca niyet edip, oruca başlayalım 3-5 dakika kaydırmayalım ki gönlümüze bir şüphe gelmesin şüphelerden ne kadar uzaklaşırsak ibadetimiz o kadar makbul olur.
Yaz aylarında günlerin uzunluğundan oruç sabitlenemez mi, diye bir yaklaşımda var. Bazı insanlarımız da böyle bir şey olabilir mi ya da neden olmaz diye merak ediyorlar? Siz bu konuyu bizler için biraz aydınlatır mısınız?
İbadetlerimizde namaz güneşe, gündüz güneşine gecenin vakitlerine ayarlanmıştır. Namaz vakitleri dolayısıyla namazı da güneşe esas alıyoruz. Hac’da da esas alıyoruz yani ne mevsimi hac mevsimi, hac mevsimi de 3 aydır. Zilkade, zilhicce ve şevval aylarıdır. Bu aylarda hac özellikle zilhiccenin 10’u bayramdır 9’u arifedir. Bu hac mevsiminin dışına çıkılmaz yani bugünlerde olması lazım. Ramazan zaten adı üstünde Kur’an’ı Kerime baktığımızda, hadislere baktığımızda oruçla beraber Ramazan ayı zikredilir. Mesela; Bakara suresi 183 ve 186’da: “Bu Ramazan ayı ki o ayda kur’an indirilmiştir. İnsanlara yol göstermek ve açıkça deliller getirmek üzere kim bu aya ulaşır erişirse oruç tutsun.” diyor. Ramazan ayına erişmek orucun farzına sebep oluyor.
Ramazan dışında tuttuğumuz oruçlar farz değildir. O nafile orucu olur. O halde biz Ramazan ayında oruç tutmalıyız. Müslümanlar olarak Kur’an’ın emridir. Peki, Ramazan ayı ne zaman, kameriye aylar sürekli 355 gün olduğu için yıl miladi takvime göre 10 gün öne gelir. 10 gün öne geldiğinde her sene ayların yeri değişir. 33 senede bir eski yerine gelir. 10 gün geri gelmesinin sebebi budur. Mesela; siz 33 sene önce nisan-mayıs ayında oruç tuttuysanız, 33 sene sonra da yine nisan-mayıs aylarında oruç tutarsınız. Bu döngü her yıl 10 gün eksiğiyledir. Dolayısıyla 1 yıl 365 gün olduğu için bu da 33-35 sene arasında değişir. 35 sene eskiden bir ömrün yarısı derlerdi. Şimdi 70’e yarısı diyorlar ama 35 senede bir insanoğlu başladığı yere gelir Ramazan orucunda. Bunun şöyle bir güzelliği var; haksızlık, adaletsizlik olmaması bakımından kuzey ve güney kutuplarında ekvatora nispetle günler uzar ve kısalır. Uzun günlerde oruç tutan insanlar bir müddet sonra kısa günlerde de oruç tutarlar.
Mesela; 6 sene peş peşe yaz aylarında oruç tutmuş bir insan 6 sene sonra yavaş yavaş kış aylarında oruç tutmaya başlar. Kutuplardaki insanlar, ekvator çizgisine yakın olan insanlar ise aşağı yukarı her sene 12 saat oruç tutarlar. Onların değişmez onlar sıcağa rağmen tutarlar. Biz serinlikte de tutarız uzun günde de kısa günde de... Bu adaletsizliği de ortadan kaldırılır. Sadece kışa endekslediğin ya da uyarladığınız da Ramazan orucunu kısa günlerde tutmuş olursunuz, senenin diğer günlerinde tutmamış olursunuz. Kaldı ki bu günleri gezmesi suretiyle tuttuğumuzda senenin her günü oruçlu geçirmiş oluyoruz, bu da bir nimettir.
İslam ülkeleri bu sene de olduğu gibi maalesef beraber oruca başlamıyorlar. Farklı zamanlarda oruç tutulması farklı zamanlarda bayram yapılması sizce doğru mu? Ya da hangisi doğru?
Şimdi zamana ve şartlara göre dinimizin bize gösterdiği yollar vardır. Kur’an’da Ramazanla ilgili ayetlerin hemen devamında Allah-u Teâlâ Bakara suresinde:“Allah u Teâlâ size kolaylık diler zorluk dilemez.” Oruç tutmak bizi kolaylaştırıyor. Allah’ın oruç emri dinde bize zorluk olsun diye değil, zorlandığınız yerde de kolaylıkları vardır. Onu nasıl gösteriyor? Eğer hastaysanız, yolcuysanız, tutamayacak durumdaysanız başka günlerde tutarsınız. Burada bir kolaylık var. Rasülullah efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Din kolaylıktır.” Dini kendinize zorlaştırmayın bu din kolay bir dindir ama insanlar bunu zorlaştırıyor, bilerek ya da bilmeyerek Allah’ın bize gösterdiği kolaylıklardan yararlanmak dini hafife almak değildir. Rasülullah efendimiz (s.a.v.) gösterdiği yolları kolaylıkları göstermek dinde yozlaşma değildir. Tam takvadır. Hadisin devamında buyuruyor ki peygamber efendimiz: “Frene basın tabiri caizse set var ya bildiğimiz set, set çekmek, engellemek frene basın, aşırı gitmeyin bunun anlamı sabah ve öğleden sonraki serinliklerden yardım talep edin. Yardım alın ve gecenin karanlığında, serinliğinde yola giderken de ben oruçluyum, ben cihada gidiyorum sıcakta gitmek daha sevaptır.”
Ne kadar yüklenirsem külfeti ne kadar çoksa sevabı çok olur, diye eziyet etmeyin kendinize bunlardan baktığımız zaman dinimizin bize sağlık açısından, ruh açısından her bakımdan bize orta yolu gösterdiğini düşünüyorum. İşte oruçta da aşırılık yok aşırı gitmek yok bedeni yormak yok. Mesela; oruç tutuyorsunuz sıcak günlerdesiniz, çalışmakta zorundasınız. Mümkün mertebe mesaini ona göre düzenle, senenin diğer günlerine göre biraz daha hafifletmeye çalışın, iznini alabiliyorsan o günlerde al, mesaiyi azaltabiliyorsan o günlerde azalt. Daha az külfet yükle kendine, bedenine çünkü oruç tutuyorsun. Biraz daha fazla Kur’an-ı Kerime yönel, İslami ilimlere yönel, ruhu arındırmak için tefekküre yönel; mukabelelere, hatimlere, namazlara, devam et kur’an okumaya, gece namazlarına devam et. Sahura kalkıyorsun dua et, bütün bunlarla bir arınma dönemi külfet yok ve zorluk yok.
İşte buradan hareketle bir yere geleceğim. Dediniz ya bu güneş ve aya bakarak insanlar neden farklı günlerde oruca başlıyor, farklı günlerde bayram yapıyor. Farklı imsaklar oluyor sebebine geleceğim. Ondan önce bunu anlatmamız gerekiyor. Çünkü hadisi şeriflerde ve Rasülullah efendimiz (s.a.v.) bize örnekse eğer hayatı bize örnektir. Onun vazgeçmediği en önemli ilkesine âlimler kolaylık ilkesi diyorlar. Zorlaştırmıyor, kolaylaştırıyor. İşte onun döneminde gözle hilali gözetlemek kolaydı, hesap kitap çok fazla bilinmiyordu ve astronomi bu kadar gelişmemişti. Hatta o zamanlar astroloji ve astronomi beraberdi. O yüzden astronomiye fazla rağbet edilmedi. Çünkü daha çok yıldızların, burçların kaderi etkilediğinden filan insanlar batıl inanç sahibiydi. Zaten İslam bunu yıkmak üzere geldi. Ama astronomi günümüzde o kadar gelişti ki şuanda biz bin sene önce peygamberimiz zamanında 1400 sene önce güneş ve ay tutulmalarını hesap etmiş durumdayız. 1000 sene sonrasını bile biliyoruz. İstersen bunu 10000 seneye de çıkartabiliriz. Bu kadar kesin ve dakik hesaplarla biz yarın güneşin kaçta hangi dakikada batacağını biliyoruz. Ayın hangi şekilde görüneceğini hesap ediyoruz. Kur’an’ı Kerim zaten bize aynı zamanda hesabı da gösteriyor. Gözle görmek şart değil, kur’an da Ramazan’a erişirseniz ayı görürseniz değil eş-şehir kelimesi 12 ay ismini içeriyor. Gökteki ayın ismi kur’an’da kamerdir. Onunda hesap üzeri olduğunu kur’an’ı kerimde rahman suresinde haber veriyor. Güneş ve ay ayrı bir hesap üzerindedir. O zaman güneş ve ay hesap üzerineyse ben o hesaptan neden yararlanmayayım. Ramazan ayı girerken “Ramazan geldi mi, bayram geldi mi?” diye hesaba bakmayayım. Hesaba bakmak bizim vazifemizdir. İşte Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı yıllardır bunun mücadelesini veriyor. Hesap artı ruhaniyetle beraber takvimlerde bugün Ramazan falanca günde bayram diye yazıyoruz. Ama bazı ülkeler Suudi Arabistan başta olmak üzere öncelikle ruhaniyeti esas alırlar. Hesabı hesaba katmazlar. Ama şimdi geldikleri noktada onlarda hesapla yapıyorlar. Burada bir sıkıntı var, şimdi geldikleri noktada ayrılık noktası neresi oluyor. Onlar diyor ki; Atlas okyanusuna kadar mağripten sonrasına kadar bizi bağlar. Fas’a kadar bizi bağlar. Aynı kıtadayız ama Atlas okyanusu ve mağripten sonrası hilal görünecek olsa bile gece yarısında o bizi bağlamaz, ertesi güne sarkar diyorlar. Bizde diyoruz ki; dünya bir bütündür. Bu dünya üzerinde hangi noktada görünürse görünsün bizi bağlar diyoruz. Bu eski ulemanın ihtilaf noktasıdır. Buradan kaynaklanan bir ihtilaf süre geliyor. Dolayısıyla takvimleri onlarda yazarken artık hesapla bunu itibar alarak atlas okyanusundan sonrasını bir sonraki güne sarkıtarak günü yazıyorlar. Biz de orada dâhil o gün Ramazan ya da bayram diye ilan ederek yazıyoruz. Bazen öncesinde denk gelirse bu bölgede görülürse hilal aynı anda başlamış oluyoruz. Fakat bu bölgenin dışında görülürse Suudi onu kabul etmiyor. Dolayısıyla farklı bir günde başlamış oluyoruz. Bu ihtilafı çözmemiz lazım, bugünün dünyasında Müslümanlar aynı gün bayram aynı gün oruca başlamalıdır. Bu bir eksikliktir. Çünkü bu Suudilerin tabiriyle maliş demekle kurtulmuyor. Yani problem yok. Problem var, nerede var? Almanya’da aynı mahallede Cezayirli var, Faslı var, Suudlu var, Türk var, Boşnak var, Azeri var biri bayram yapıyor diğeri oruç tutuyor. Burada birleşmemiz gerekir masa etrafında hocalar birleşiyor. Ama memlekete dönünce herkes kendi bildiğini okuyor, kralını dinliyor.
İnsan alışkanlığından vazgeçemez ya bu geleneksel bir şey haline geliyor artık ondan vazgeçemiyor, yanlış olacağını düşünüyor. Hatanın büyük bir kısmından dönüldü diye düşünüyorum. Arap ülkelerinden pek çoğu artık hesaba döndüler. Suudi Arabistan her ne kadar dirense de ve onun uydusu devletçikler bunlarda bir müddet sonra herhalde bu hesaptan vazgeçecekler.
Peki, hocam Ramazan ayında ceza infaz kurumlarında kısıtlı imkânlar oluyor. Hükümlü tutuklular açısından, onların ramazan ayından nasıl faydalanmasını önerirsiniz?
Oradaki kardeşlerime çok selamları, muhabbetlerimi iletiyorum. Hepsine duacıyım. Allah-u Teâlâ kolaylık versin, özellikle tabii onları tahminen ben çok fazla bilemiyorum. Ama kader mahkûmu lafına da katılmıyorum. Her şey zaten kaderin bir parçası ve biz kaderimizi bazen iradeyi cüz’i elimizde yönlendirme niyetimizle de gücümüz var. Dolayısıyla oraya istemeden ya da yanlışlıkla veya herhangi bir mecburiyetten düşmüş kardeşlerimiz olabilir. Oruç aslında onlar için bir nimet, Ramazan ayı başlı başına bir nimet Ramazan tutmak demek, insan nefesini, bedenini, ruhunu bir yerde tutması anlamına geliyor. İşte dışarıda çalışanlar, koşturanlar edenler açısından biraz zor ama içeride olanlar için Ramazan ayı belki de bir taraftan da nimet olabilir. Onu nimete çevirmek lazım, en azından oruç tutma imkânları daha fazla olabilir. Çünkü sanıyorum orada onlara göre arzu ettiğinde sahur yapma imkânı iftar yapma imkânı veriliyordur. Dolayısıyla bunu da bir fırsat bilmeli bunlar hep zaman isteyen şeyler kur’an okumak, teheccüd namazı kılmak, teravih namazı kılmak, mukabele okumak bunlar hükümlü kardeşlerimiz için de mümkün şeyler.
Teravih namazı kılabiliyorlar değil mi hocam?
Tabi tatlı tatlı hatta tavsiyem onlara hatimle teravih kılmak mümkünse kur’an’ı da hatim etmiş olurlar.
Diyanette sigara içmenin haram olduğuna yönelik yorumlamalar oluyor. Sizin yorumunuz nedir bu konuda hocam?
Tabii Diyanet İşleri Başkanlığımız bütün zararları, faydaları toplumun gidişatını geleceğini hepsini hesap ederek bir fetva veriyor. Ve bu önemlidir. Burada sigara konusunda doğrudan bir haram fetvası ilk başta bazı kesimlerde tedirginlik yarattı. Şimdi onu dolayısıyla biraz açmamız konusunda fayda var diyorum. Sigara doğrudan uyuşturucuya girmiyor. Mesela; içki gibi içki sarhoş ediyor. Uyuşturucu bağımlılık yapan şeyler sarhoş ediyor. Fakat sigaranın uyuşturucudan daha zararlı olduğunu da söylüyorlar. Bazı konularda daha da fazla zararları var. Bağımlılık yapması bakımından zaten benziyor. Burada sarhoş etmeyen bir tanesi azı da çoğu da sarhoş etmiyorsa içkiden ayrılıyor. Mesela; içkide ve bağımlılık yapan o uyuşturucularda çoğu sarhoş ediyorsa onun azı da bir gramı da bir damlası da haram oluyor. Şimdi sigarada bazıları diyor ki; çoğu sarhoş edebilir. Yani bir paketi birden içerse adam kafası döner eğer bu gerçekten böyleyse içki türüne sokulabilir. Ve haram demeye daha da yakın olur. Yok, sigara sarhoş etmiyor deniyorsa o zaman bunun bağımlılığı israfa girer. Sağlığa zarar vermekten, vücuda ömrü kısaltmaktan intihara kadar götürüyor. Yani insanı bile bile intiharı bu bir anlamda ömrün 70 sene biçilmiş sen onun 10 senesini 15 senesini sigarayla telef ediyorsun. Damarları tıkıyorsun, kalp rahatsızlığı, şeker, tansiyon neyse bu bakımdan ele alındığında ise bağımlılık yapan tiryakiye belki haram denilebilir. Fakat bir insan günde bir tane 2 tane ya da ayda yılda 1 tane eline almış, sigara içmiş “sen haram işliyorsun demek,” ağır bir ifade olabilir. Onu kurtarabilmek için buradan bir önceki ulema diyelim. Bizden bir asır önceki ulema sigara, tütün çıktığında özellikle buna Hanefi uleması haram dememiş ama harama yakın demiştir. Harama yakın mekruh demiştir. Tahrimen mekruh diyoruz. Buna az içenler için ya da günde birkaç tane günde bir iki sigara veya ayda yılda bir iki tane almış içiyor. Veya ömründe bir sefer içiyor. Buna mekruh demek daha doğrusu kötü bir şey yapıyorsun yani mekruh demek şudur. İyi bir şey yapmıyorsun ama hakikaten sigarasız yapamıyor. Maaşının bir kısmını oraya harcıyor. Çoluk çocuğun rızkını sağlığını heba ediyor. Bir sürü hastalığı var. Doktor, dur aman içme öleceksin diyor. Bu adamda bunu bırakmıyorsa buna haram demek doğru zulüm etmiş oluyor.
Ceza infaz kurumu açısından düşünürsek hocam, oradaki personelimizde de sigara içenler var bir de içmeyenler var ama aynı birimde aynı yerde çalışıyorlar. Burada içenle içmeyen arasında bir hakkaniyet söz konusu mu?
Elbette belki sigaranın en büyük zararlarından biri de içmeyenlere olan zararıdır. Duman altı kalanları yani siz aynı atmosferde kapalı yerde de olsa açıkta bile siz bir başkasına dumanınızla zarar vermeye, etki altına almaya hakkınız yok ki. İnsan size söylemese bile o dumandan etkilenirse, ciğerleri zarar görüyorsa, astımsa, bronşitse veya daha başka sağlık sorunları varsa özellikle siz doğrudan kul hakkına tecavüz ediyorsunuz. Ve bu haramların en büyüğüdür. Yani sigara içmenizden daha büyük günahtır. Bir başkasına dumanla zarar vermek, hasta hale getirmek o zaman bundan kaçınmamız lazım. Yaptıysak helallik almamız lazım veya müsaade almak lazım. “Ben burada sigara içebilir miyim, hakkını helal ediyor musun?” diyerek belki ancak kurtarabilir.
Ceza infaz kurumlarında hükümlü-tutuklular Cuma namazı kılamıyor. Cuma namazı koğuşta kılınabilir mi? Şartları nelerdir?
Cumanın farziyetinin ve sıhhatini şartları diye bizim kitaplarımızda sürekli yazar, okur, okuturuz. Bir insanın Cuma namazı üzerine farz olması için Müslüman olacak, akıl bali olacak, efendim mükellef çağa gelecek, bir de hür olacak, sağlığı yerinde olacak. Şimdi hür olmayan, mahkum olan bir insana Cuma farz olmaz. O, o gün öğle namazını kılacak. Cuma namazı cem eden bir namazdır. Dışarıda bir başka büyük bir camide hutbesiyle, vaazıyla, hocasıyla beş vakit namazın kılındığı bir cami olmalıdır. Oralara da gitmek için mahkum olmamak, hür olmak, sağlıklı olmak gerekir. Siz mahkumsanız, sağlıklı değilseniz size zaten Cuma farz olmaktan düşer. Bundan dolayı sorumluluk olmaz. Ama öyle bir imkan olur ki bir gün gelir derler ki, bu açık alanda hep beraber Cuma namazı kılacağız, orada kılarsan Cuma namazın olur.
Ceza infaz kurumlarında kuran kursları, okuma yazma kursları ve dini konferanslar düzenleniyor. Valizlerimiz ve personelimiz birlikte bu görevleri yerine getiriyorlar. Bu tür çalışmaları nasıl buluyorsunuz?
İlmin manisi çoktur ama insan niyet ederse bütün engelleri kaldırır. Ömrünüzün başka bir zamanında böyle bir vakit bulamazsınız. Bu kadar zaman bulamazsınız, insan için en önemli servet zamandır. Ömrünü nerede harcadın, zamanı nerede tükettin? soruların biri budur mahşerde. O zaman bu vaktimizi iyi kullanmak lazım. İnsanın ilme ayırdırdığı zamandan daha kıymetli bir zaman olamaz. Dinimizin ilk emri “oku”dur. Ne oku? Senin için o anda ne gerekiyorsa onu oku. Bu fizik olabilir, kimya olabilir, fıkıh olabilir, güzel ahlak olabilir, eğitim olur, tıp olur. Yani insanın neye ihtiyacı varsa bunları okumak için bir fırsat varsa o fırsatı değerlendirmeli. Ayağına gelmiş bir fırsatı geri tepiyorsa günaha girer. Bunu duymak benim çok hoşuma gitti. O kadar eğitime ağırlık verilmesi oradaki insanlar içinde büyük bir ruhi arınmaya, bilinçlenmeye aynı zamanda vaktini değerlendirmeye, ileriye dönük kendisi için yeni bir kapının ufkunun açılmasına sebep oluyor. Elhamdülillah demek lazım.
Merak edilenler arasında kandil geceleriyle ilgili sorular da var. Kandillerin Kadir Gecesi dışında olmadığı yorumlanıyor. Neler söylemek istersiniz?
Olur. Şöyle söyleyeyim bir kere kur’anı kerimde kandil gecesi diye bir şey yok. Ne var Leyle-i Kadir var. Kadir gecesi var. Bir de Duha suresinde leyle-i mubareke var. Bu duha suresindeki mübarek gece büyük bir alim çoğunluğuna göre kadir gecesidir. Kur’an’dan bahseder, kaderden bahseder. Her işin birbirinden ayrıldığı, kaderin yazıldığı geceden bahseder. Benzer şeylerin kadir gecesinde olduğunu da fark ediyoruz. Bin aydan daha hayırlıdır kadir gecesi. İşte bu mübarek gecenin, duha suresinde geçen bu gecenin kadir gecesi olduğunu söyleyenlerin yanı sıra bir grup alim de, “Şabanın 15. gecesi berat gecesidir .” diyor ama bunlar çoğunlukta değil. Hadisi şeriflere baktığımız da Berat gecesi ile ilgili hadisler var. Allah o gece birçok insanı affeder. O gecenin gündüzünde oruç tutun, akşamında namaz kılın. Berat gecesini biz hadisten peygamberden öğreniyoruz. O zaman miraç gecesi olduğu sabit, ibadetleri yok, kadir gecesi zaten kesin sure var. Bir de Berat gecesi ihtilaflı ama kur’an da geçtiğini söyleyenler var. Üç gecenin var olduğunu kabul edersek geriye ne kaldı. Mevlüt gecesi ve Regaib gecesi kaldı. Mevlüt gecesi efendimizden çok sonra Mısır’da Fatimiler’de kutlanmış efendimizden çok sonraları. Neden ben pazartesi doğdum pazartesi hicret ettim diye. “Ya Rasulallah bize pazartesi ile ilgili önereceğin bir şey var mı?” diye soruyorlar. Efendimiz, “Ben zaten pazartesileri oruç tutuyorum.” der. Geriye kaldı Regaip gecesi. Regaip gecesi de üç ayların başlangıcını bize haber veriyor. Başka çıkarımlar yapılarak dolaylı yollardan onun faziletine dair birtakım şeyler söylense de ırak dolaylarında kılınan uydurma bir namazdır. Oradan kaynaklanmaktadır denmektedir. Ama Recebin ve Ramazan ayının hatırlatıcısı olduğu için biz üç ayların başlangıcı olarak ibadete teşvik gecesi olarak insanlar bunu yapsın diye söylüyoruz. Bu da dinin bir emri değil. Fakat bunlar dine aykırı bir durum da değil. Sonuç olarak, Kadir gecesi garanti bin aydan daha hayırlıdır diyor o zaten garanti. Diğer gecelere gelince de insanımız ne yapabiliyorsa yapsın, geceyi uyanık geçirsin, ibadet ederek geçirsin diyoruz.
Sizce Kur’an-ı Kerim günümüz şartlarına göre yeniden tefsir edilmeli midir?
Şimdi bize Kur’an-ı kerimde Allah’ın ayetlerinden bahsediliyor. İndirilmiş ayetleri var 6666 toplam genel tabirle 114 sure 600 sayfada kur’an-ı kerim Allah’ın ayeti. Ama birde ay ve güneş var. Allah’ın ayeti, gece ve gündüz Allah’ın ayeti her bir varlık Allah’ın ayetidir. Bunlara da kevni ayetler diyoruz. Allah’ın indirilmiş ayetlerini okuyup da kevni ayetleri okumamak kur’anı eksik okumak demektir. Kevni ayetlerde zamana ve şartlara göre yeniden anlaşılıyor. Biz güneşin ne kadar büyük olduğunu bugün daha iyi biliyoruz. Sıcaklığının ne kadar olduğunu daha iyi biliyoruz. Dünyaya 10 cm yaklaşsa dünyanın cayır cayır yanacağını biliyoruz. Dünyadan 10 cm uzaklaşsa dünyanın buz tutacağını biliyoruz. O zaman bu tefsirlerde bunları göz ardı edemeyiz. Mesela; kur-an’ı kerimde kıyamet suresinde biz parmak uçlarını yeniden yaratmaya kadiriz diyor. Allah-u Teala parmak ucuna dikkat çekiyor. Herkesin farklı parmak uçları. Siz dağları duruyor görüyorsunuz o yürüyor diyor. Baktığımızda duruyor. Ama dünya dönüyor, bunlar hareket halinde, yer tabakası hareket halinde. Şimdi bunların bugünkü bilimle anlaşılması daha kolay. Miraçı, bir gece kulunu yürüten, mescidi haramdan mescidi aksaya yürüten İsra’yı bugün daha iyi anlıyoruz biz. Kısa sürede insan yolculuk yapabiliyor. O günün insanının bir çoğu inkar etti. Kafirler zaten kabullenmedi. Ama Hz. Ebubekir, “Peygamber söylemişse doğrudur.” dedi. Bugün biz bunu çok daha rahat izah edebiliyoruz yani bilimle beraber kuran çok iyi anlaşılıyor. Bilim kur’anı tasdik ediyor.
Dergimizi nasıl buldunuz?
Şimdi adı Değer, başta adı çok güzel zaten. Kendi de güzel, içeriğine baktım; tarih var, kültür var, maneviyat var, sağlık var, şiir var, edebiyat var, yok yok denecek kadar kapsamlı. İşin güzel tarafı da oradaki infaz kurumundaki öğretmenlerimiz var hatta müdürlere kadar yazarlar gördüm, psikologlarımız ve infaz ve koruma memurlarımız var, hükümlülerden yazanlar da var bunlar gayet güzel. Emek vermiş oluyorlar, kendi dergilerini okumuş oluyorlar. Her bir yazı bir mesainin, emeğin ürünüdür. Yazarın bakış açısı, yazarın götürdüğü manevi coğrafya okuyan için de oradaki kardeşlerimiz için de yeni keşiflere, ufuklara vesile oluyor. Ruhu, kalbi ve aklı da tedavi oluyor. Boş zamanınızı hayırlı işler ile doldurursanız kötülük yapmaya vakit kalmaz. İnsanoğlu ne zaman kötülük yapar. Boş zamanında kötülük yapar. İnşallah bende bundan sonra takip edeceğim Değer dergisini.
Ceza infaz kurumu personelimize ve hükümlü tutuklulara neler söylemek istersiniz?
Mesleklerde ve yapılan işlerde işin kıymeti o işten kaynaklanmıyor. O işin güzel yapılmasından kaynaklanıyor. Kim kendi işini en güzel şekilde yapıyorsa o meslek en güzel meslektir. Hangi işi yapıyorsak sonuçta güzel yapacağız. Karşımızdaki bir can taşıyor. Muhatap olduğumuz bir can var, onu üzmeden memnun ederek bir iş yapabiliyorsak, aç gelmiş doyurabiliyorsak, çıplak gelmişse giydirebiliyorsak manevi olarak, ruhuna bir serinlik katabiliyorsak, ne mutlu. Bir şeye hayır diyebiliriz ama kırmadan yapabilmek, işte bu çaba kadar kıymetiniz vardır. Bir şeye iyilik yapabilirsiniz ama başa kakmadan yapmak önemlidir. Bu da tabi bir külfet, zorluk gerektiriyor.
Siz bu çabayı harcıyorsanız, muhatabınızı insan görüp, canlı görüp onunda sevildiğini bilip onunda etrafı, ailesi olduğunu bilip, bunu bir ibadet aşkıyla yapıyorsanız bilin ki yaptığınız ibadete dönüşür ve boşa gitmez. Yaptığınız hiçbir hayır boşa gitmez. Belki de şunun ile noktalamak gerekir. Allah kimseye borçlu kalmaz. Her ne olursa olsun işimizi güzel yapacağız. İnsanlara, canlılara faydamız olacak ki Allah’ta bize, merhamet etsin.
Sizlere bu çabanızdan dolayı ayrıca teşekkür ederim. İnsanımız adına mutlu oluyoruz. Sonuçta hepimiz insanız. Yani 15 Temmuz’da da gördük. İnsanlar olarak birbirimize muhtacız. Onun için kimseyi suçundan, günahından dolayı da kınamamak lazım. Allah’ını, kitabını biliyorsa o benim kardeşimdir. Bağrıma basmam lazım. Allah affediyorsa biz neden affetmeyelim. Bu küfre rıza anlamında değil. Günahı normal karşılamak anlamında değil. Bu kardeşliği pekiştirmek anlamında gerekli. Bütün personele kolaylıklar diliyorum. Allah’ın selamı üzerinize olsun.
Röportaj: Hakan ERDEM
Değer Dergisi Yayın Koordinatörü
Fotoğraf: Kutup DALGAKIRANLAR-Ali Emre GÜLER