RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
RÖPORTAJLAR
“İnsan değerleriyle var olur; düşmek hayatın parçası, kalkmaksa karakterin göstergesidir.” diyen, uzun yıllardır insan davranışları, değer eğitimi ve psikolojik sağlamlık üzerine çalışmalar yapan Psikolog ve Yazar Prof. Dr. Acar Baltaş Gazeteci Hakan Erdem’e verdiği özel röportajda; evrensel ilkelerden kişisel gelişim yolculuğuna kadar birçok çarpıcı konuya ışık tutuyor.
Uzun yıllardır insan davranışları üzerine yaptığınız çalışmalar, değerlerin bireysel ve toplumsal yaşamdaki rolünü ön plana çıkarıyor. Sizce değerler eğitimi neden bu kadar hayati ve bu eğitimin bireylerin karakter gelişimindeki yeri nedir?
Karakter dediğimiz kavramı değerler oluşturur. Bu değerler aile çevresinde, mahallede, okulda kişinin ilişki içinde olduğu sosyal çevre içerisinde gelişir ve bir insanın hayatı boyunca neden belirli davranışları gösterdiğini işaret eder.
Değerler sadece ailede mi şekillenir? Okul, iş hayatı ve medya gibi kurumların bu süreçteki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Değerlerin aile içerisinde temeli atılır ve çok etkilidir. Yani insan hayatında ailedeki değerler derisinin altına işler insanın normal koşullarda. Bunlar düşünmeden yerine getirilen doğrulardır. İnsanların aile içindeki inançlarını da oluşturur. On bir, on iki yaşından sonra düşünerek oluşturulan değerler başlar. Çünkü insan on iki yaşından sonra soyut düşünmeye başlar. Adalet, özgürlük, hak gibi kavramlar çocuk için soyut kavramlardır ama on iki yaşından sonra soyut düşünce süreci başladığı zaman çocuk bunlara anlam yüklemeye başlar. On iki yaşına kadar bu soyut kavramlara ailesinin yüklediği anlamı yükler düşünmeden.
Bir de değer oluşturmaya çalışan kurumlar vardır. Türkiye’de değer oluşturmaya çalışan iki kurum vardır. Bir askeri sistem diğeri teolojik sistemdir. Dolayısıyla 5 yaşında kuran kursları bu değerleri oluşturmayı amaçlar. Aynı şekilde askeri okullarda çocuklar askeri liselerde eğitim alırken disiplinli bir değer sistemi oluşturulmaya çalışılır.
Kurum kültürü ve değerler açısından düşündüğümüzde iki noktadan bahsedebiliriz. Yani insanlar değerlerinin uyduğu bir kurumda çalışıyorlarsa o kurumda daha mutlu çalışırlar ama insanlar değerlerinin uyduğu kurumda çalışmıyorlarsa o zaman bir ikilem yaşarlar ve mutsuz olurlar. Bedenleriyle işe gelseler de ruhları onlara eşlik etmez.
Bugün bir genç ya da bir kamu çalışanı size gelip “hayatta hangi değeri asla bırakmamalıyım” diye sorsa ona ne söylerdiniz?
Değerleri ikiye ayırmamız lazım. Birincisi evrensel değerler. Evrensel değerler dediğimiz şeyler aslında dünya var olduğundan beri bütün kutsal kitaplarda yer alan değerlerdir. Yalan söyleme, çalma, başkasına zarar verme, insan hayatına değer ver gibi. Bunlar olmazsa olmaz değerlerdir. Ondan sonra insanın kendi aile çevresinde oluşturduğu ikinci gruptaki değerler geliyor. Mesela, benim için başarı çok önemli. Bir başkası için aile çok önemli. Bir başkası için güç çok önemli. Bir başkası için topluma katkı önemli. Yani bu ikincil değerler insanların kişisel olarak geliştirdikleri değerlerdir.
Biz eğer birincil değerleri iyi geliştirebilirsek yalan söyleme, çalma veya başkasına ait olan bir şeyi alarak hakkına girme, insan hayatına değer ver, insanlara zarar verme. İşte bunları geliştirebilirsek ve bunları sorgulamadan hayata geçecek hale getirebilirsek ve nezaket, kibarlık gibi ikincil değerleri de bunların etrafına koyabilirsek harika olur. Çünkü nezaket, kibarlık her yerde fark edilmeyi sağlar ve bunlar aslında okul öncesinde öğretilir. Bir şey alıyorsan lütfen de veriyorlarsa teşekkür et diye başlıyor iş. Onun için evrensel değerleri asla bırakmamalıyız.
Hayatınız boyunca sizi en çok etkileyen, yönünüzü belirleyen temel değer ne oldu?
Çok büyük bir ihtimalle yaptığım işi iyi yapma çabası olmuştur. Hayatımda çok şey yaptım; spor, yüzme, su topu, rehberlik, öğretmenlik yaptım. Bütün bu süre içerisinde hep yaptığım şeyi çok iyi yapmaya gayret ettim.
Üniversitede bir tıp fakültesinde nöroloji kliniğinde doktora yaptım. Orada fark edilmeye çalıştım. Yani öne çıkmaya çalıştım. Alışılmış bir şey değil çünkü. Dolayısıyla belki beni çok belirleyen değer başarı olabilir. Hani bugün aynı yola çıksam aynı şeyi yapar mıydım o şüpheli. Bugünkü aklımla o ayrı konu.
Neden böyle düşünüyorsunuz hocam?
Şimdi hayatım boyunca yazdığım kitapların her biri iki senemi almıştır. İki sene sosyal ölümdür bunları yazmak. Ama ne oluyor? O zaman bu zamanı çocuklarınızdan çalıyorsunuz. Bir bedeli var yani. Mesela, bu üstün başarı adlı kitabım. Bu kitap on senede yazıldı. Tabii on sene masa başında oturmadım ama bunlar ikişer sene üçer sene masa başında oturarak yazılmış olan kitaplar. Onlara ayırdığın zamanı çocuklarından alıyorsun.
Zor koşullarda dahi insanın kendini yeniden inşa edebileceğine inanan bir bakış açınız var. Bu çerçevede ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutukluların içsel gelişimlerini desteklemek, düşünsel derinlik kazanmalarını sağlamak amacıyla okunmasını özellikle önereceğiniz üç kitap hangileri olurdu?
Şimdi tabii seviyeyi düşünmek lazım ama üç, dört kitap önerebilirim. Mesela, bir tanesi psikolojiye ilgi duyuyorlarsa Irvin D. Yalom’un “Günübirlik Hayatlar” adlı eseridir. Öbürü Selçuk Şirin’in “İnsanı Anlamak İçin On Deney” ve yine okumayı seviyorlarsa Ercan Kesal’ın Peri Gazozu.
Peki, sizin kitabınızdan bir tane önerecek olsanız hangisi olurdu?
Benim kolay okunacak olan iki tane kitabım var. Biri “Akılsız Duyguların Cezasını Kararlar Çeker.” Diğeri “Hayalini Yorganına Göre Uzat.” Bir de belki “Hayat En Çok İyileri Kırar.”
Son olarak bir hayat dersi bağlamında hükümlü-tutuklara ne söylemek istersiniz?
Her insan hata yapar. Her insan başarısız olur. “Ben hayatımda hiç başarısız olmadım.” diyen insanlar doğruyu söylemiyordur. Dolayısıyla mesele “ne öğrendim?” Yani aradan zaman geçtikten sonra “ne öğrendim?” sorusuna cevap vermektir. Pişmanlık iyidir. Bazı deyişler, özdeyişler var insanı yanlış yere yönlendiriyor. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.” gibi. “Babana bile güvenmeyeceksin.” , “Karşındakinin anladığı dilden konuşacaksın.” gibi.
Yani olgun bir insan karşısındakini kendi diline çekmeye çalışır. O dili konuşmaz. Karşımdaki küfür edince ben de küfür ediyorsam ilişkiyi karşı taraf kontrol ediyor demektir. Yani ne öğrendim sorusunu çıkartmak, bir hata varsa da bunun pişmanlığını yaşamak, bu pişmanlığın sonunda da en azından diye düşünmek önemli. En azından bu benim gelişmem için bir fırsat. En azından burada şunları kazandım. En azından hayata bugün daha farklı bakıyorum. En azından diyecekleri bir şey bulmak, o olumsuz onları oraya götüren yaşantılarıyla ilgili olarak olumlu bir sonuç çıkartmak en azından. Burada da rehber olacak olan odur.
Röportaj: Hakan ERDEM
Fotoğraf: Bünyamin ÇALIŞKAN