RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
BLOG
Köşe Yazısı
Her insanın hayatında önemli gördüğü, yaşam tarzı haline getirdiği bir değeri olmalıdır. Doğruluk, dürüstlük, adaletli olma, hoşgörülü olma gibi. Bu değerleri ne kadar kullandığımız ve nasıl kullandığımızdır önemli olan. Dürüst olmak, yaşam felsefesini dürüstlüğe göre şekillendirmek, doğrunun peşinde koşmak hepimizin kendine hakim olmasıyla başlar. Bunu başarmak kolay değildir fakat yediğimiz lokmayı bile çiğnemeden yutamadığımızı düşünürsek hayatta kolay olan bir iş yoktur. Unutmayın: ''Yürüdüğünüz yolda hiçbir engel yoksa o yol sizi hiçbir yere ulaştırmaz.''
Dinimizde dürüstlüğe çok önem vermektedir. Sözünde dürüst olmak, din kardeşini kandırmamak, sattığı malın kusurunu önceden söylemek yerine getirilmesi gereken erdemlerdendir. Bir de dürüstlüğün düşmanı yalan vardır. Yalan dürüstlüğü yıpratan, sömüren, suistimal eden bir durumdur. Peygamber Efendimizin söylediği gibi ''Şaka bile olsa yalan söylemeyin'' sözünden hareketle hayatımızda ne kadar yalan varsa rafa kaldırmalı ve bir daha asla kullanmamalıyız.
Endonezya'nın Müslüman olmasını sağlayan küçük bir dürüstlük davranışı örneğini paylaşmak istiyorum: 250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı: İnandığı gibi yaşamak.
Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi.Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu: "Hangi kumaştan sattın?" "Şu kumaştan efendim." "Metresini kaça verdin?" "On akçeye." "Nasıl olur?" diye hayret etti tüccar: "Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?" dedi. Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu. "Ne demekti hakkını helâl et?" Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı.
Kral sordu: "Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?" "Ben," dedi tüccar, "bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim. " Kral, "İslâm nedir, Müslümanlık nedir?" gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu. 250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı.
Peygamber Efendimizin müjdesi herkese açık: "Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir." Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi. Bu olayda anlatıldığı gibi maddi kaygı ve çıkar için dürüstlüğünden taviz vermeyen sağlam bir iradeye sahip olmak, nefsin kelepçelerinden kurtulmak ne kadar güzel bir uğraştır. Kıssadan kendimize düşen hisseyi alırsak değişim orada başlar.
Ticarette, ilimde, davranışlarda dürüst olmak, her türlü çıkardan kendini soyutlayarak ebedi doğruya ulaşma yolunda gayret göstermek, dürüstlük kapısının önünden bir an olsun ayrılmamak bizi, devletimizi, milletimizi en yüksek seviyelere getirecektir. Yeter ki dürüst olmayı denemeye başlayalım...
Hakan ERDEM