RÖPORTAJLAR:
hakaner6060@gmail.com
BLOG
Köşe Yazısı
Eski tarihlerden bu yana misafirlik özellikle Türk toplumunda çok önemli bir yere sahiptir. Yabancı ülkelerin ülkemizdeki insanları ‘’misafirperver’’ olarak tanımlaması da bu yüzdendir. Türk gelenek göreneklerine göre eve gelen misafirin kendisini yabancı hissetmemesi için ev sahibi elinden geleni yapar. Hatta misafire kendi evindeymiş gibi davranması ve rahat etmesi söylenir. Aileden biri gibi ağırlanan misafir, kendisinin misafir olduğunu unutacak kadar rahat ağırlanır.
Anadolu’muzun köylerinde, kasabalarında, şehirlerinde dışarıdan gelen misafirleri ağırlamaya yönelik “misafir odaları” vardı. Buralarda sadece misafir değil, onun hayvanı da bakıma alınarak yemlenir, istirahat ettirilirdi. Ecdâdımız bu ihtiyaç için hanlar, hamamlar, kervansaraylar, hatta hastahâneler inşa ettirmiş; orada yolcuların, misafirlerin her türlü ihtiyâcı üç gün ücretsiz olarak karşılanmıştır.
Asırlarca İslama hizmet edip, bayraktarlığını yapan ecdadımızın güzel meziyetlerinden biri de misafirperverlikleri, dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin gelen bütün misafirlere hizmet etmeleri idi. Ecdadımız misafir ağırlamaya çok itina gösterirdi. O zamanlar imkânlar kıttı; evde musluktan akan su, elektrik, yemek pişirmek için gaz, buzdolabı, çamaşır makinesi, elektrikli fırın yoktu, her şey insan emeği ile yapılırdı. Bütün bunlara rağmen misafir ağırlamaktan büyük bir zevk alınırdı. O dönemde motorlu taşıtlar olmadığı ya da pek yaygın bulunmadığı için yolculuklar at ile yapılırdı. Onun için misafirin atı da olurdu. Atın bakımı, yiyecek ve içeceklerini temin etmek de hane sahibinin görevi idi. Küçük şehirlerde yolcuların kalması için otel ve benzeri şeyler de olmazdı, bu ayıp kabul edilirdi. Adeta misafir dört gözle beklenir, en güzel şekilde ağırlanırdı.
Şanlı tarihimiz bu konuda iftihar edilecek bir mâziye sâhiptir. Bugün bunun izleri her ne kadar devam ediyor olsa da eskiyle kıyas dahî edilemez. Eskiler, misafire “Tanrı misafiri” gözüyle bakar, evlerinin en kıymetli yerlerini misafirlere tahsis eder, onun istirahati için hiçbir fedakârlıktan kaçınmazlardı. Misafiri memnun etmek için her türlü yorgunluğa seve seve katlanılırdı.
Bu güzel kültür geleneklerimizde olduğu gibi dinimizde de çok önemli bir yere sahiptir. İslâm ahlâkının en önemli özelliklerinden olan misafirperverlik hasleti, cömertlik, iyilikseverlik, paylaşma ve hayır işleme duygularını içinde barındıran önemli bir ‘’değer’’dir. Misafir, hane sahibine yüce Rabbimiz’in bir lütfu, bir ikramıdır. Ev sahibi misafiri büyük bir nimet ve hanesine rahmet olarak görmelidir. Dinimize göre misafire ikram, hizmet ve hürmet hayırlı bir iştir. Onun için misafiri ağırlayanlar hayırlı kimselerdir. Misafirin hayatın her alanında önemli olduğunu anlatan bir hikayeyle yazımı bitirmek istiyorum;
Eskilerden biri akşam yemeğini sarayda yemek üzere halifenin davetlisiydi. Hızlı hızlı saraya doğru giderken önüne biri çıktı. Önüne çıkan adama kim olduğunu sordu.
Adam: – Ben yolcuyum. Buranın yabancısıyım. Aç ve yorgunum, dedi.
O da: – Ben halifenin davetlisiyim. Gel beraber gidelim, dediyse de
Misafir:– Benim halife ile ne işim olacak. Senin bana vereceğin bir tas çorban varsa ver, yoksa bırak, deyince fazla ilgilenmeyip saraya doğru yöneldi. Davetten sonra dönüşte baktı ki, adam bir kenara kıvrılmış uyuyor. Uyandırmak istemedi ve “Sabah uyanacağı vakitte gelir ve karnını doyururum” diye düşündü, evine gitti, yattı ve uyudu. O gece bir rüya gördü. Kendisi bir çöldeydi. Yüzünden ışıklar saçılan büyük bir kalabalık ve o kalabalığın önünde de daha nurlu bir zat bulunuyordu. Bunların kimler olduğunu sordu.
Kendisine:– Bunlar 124 bin Peygamberdir. En önde olan da son Peygamber Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.)’dır, dediler.
Hemen Peygamberimiz’in elini öpmek istediyse de, Peygamberimiz elini vermedi.
Ve buyurdu ki:– Biz, sevdiklerimizden bir tas çorbayı esirgeyenlere elimizi vermeyiz.
Uyanır uyanmaz hemen akşamki yabancıyı bulmak için koştu. O, henüz kalkmış ve yola koyulmuştu. Geri çevirmeye uğraştı ve “Ne olur bir tas çorbamı iç” diye yalvardı. Yabancı adam ısrarlara rağmen kabul etmedi ve şöyle dedi.
– Senin bir tas çorba vermen için illâ da 124 bin Peygamberi seferber mi etmek lâzım? O güçte olmayanlar ne yapacaklar? Bundan sonra o zat rastladığı hiç bir misafire yemek ikram etmeden göndermezdi. Hatta kendisine misafir olup yemeğini yemesi için yalvarırdı.
‘’Değer’’li okurlarımız, hayat koşuşturmasında küçücük iyiliklere ihtiyacı olan ve yardıma muhtaç durumda olan misafirlerle karşılaşabilirsiniz, siz siz olun misafirlerinizin kıymetini bilin ve ona göre ağırlayın. Ne de olsa hepimiz dünyada misafir değil miyiz?
Hakan ERDEM